top of page
AiColorize_1_20240113 (1) kopya.jpg

Uluslararası İlişkiler / International Relations - Türkiye Dış Politikası / Turkey's Foreign Policy

Beni Takip Edin !

  • X

Türkiye’nin Suriye rotası

  • Kemal İnat
  • 18 May 2013
  • 2 dakikada okunur

Türkiye 2010 sonuna kadar başarılı bir şekilde uyguladığı işbirliği ve barış eksenli dış politikasını şartların zorlaştığı dönemlerde de ısrarla devam ettirmelidir. Bölgede kalıcı barışın sağlanabilmesi için, barışı istemesi ve barışa hazır olmasının yanında barışı kurmak için gerektiğinde risk almayı da göze almalıdır.


Si vispacem para bellum”, Platon’dan beri birbirine yakın kullanımlarla günümüze kadar ulaşan bu latince ifade, kastettiği “barış istiyorsan, savaşa hazırlan” anlamıyla, savaş ve çatışmanın kaçınılmaz olduğunu, çatışmadan uzak bir barış ortamı hazırlamak isteyenlerin bunu ancak gerektiğinde askeri güç kullanmayı göze alarak yapabileceklerini savunanların sık sık başvurdukları bir söylem olmuştur. Kuvvet kullanmanın kaçınılmaz olmadığını, barışın silahlı çatışma olmadan da mümkün olabileceğini savunan pasifist yaklaşımlar ise “si vispacem para pacem” (barış istiyorsan barışa hazırlan) söylemiyle savaş ve askeri güç kullanımını reddetmişlerdir.


Bu yazıda, bu kavramlar ve Türk dış politikasında son dönemde çok konuşulan bazı ilkeler çerçevesinde Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikası analiz edilmiş ve Suriye krizinin ulaştığı son noktada Ortadoğu’nun siyasal atmosferi incelenerek krizden çıkış yolları ve bu çerçevede Türk dış politikasına düşen roller konusunda söz konusu olabilecek alternatifler değerlendirilmiştir.


“Si vispacem para pacem” ifadesinde olduğu gibi AK Parti iktidarının ilk döneminde (2002-2010) Türkiye’nin güçlü bir barış söylemiyle Ortadoğu ve diğer komşu/dahil olduğu bölgelere barış getirmeye çalıştığı ve bu konuda oldukça başarılı olduğu genel olarak herkesin kabul ettiği bir husustur. “Komşularla sıfır sorun”, “çok boyutlu dış politika” ve “karşılıklı ekonomik bağımlılık” gibi ilkeler çerçevesinde yürütülen dış politika, Türkiye’nin yakın havzasında bir barış iklimi oluşturmayı, oluşacak bu barış ikliminden yararlanmak suretiyle ekonomik ilişkilerin en üst düzeye çıkarılmasını ve bu sayede yaşanacak olan ekonomik kalkınmayla Türkiye’nin ekonomik ve askeri gücünü artırmayı amaçlamaktaydı. Komşularıyla ilişkilerinde ekonomik işbirliği yerine siyasi ve ideolojik kavgaları öne çıkaran bir Türkiye’nin, kendisi için belirlemiş olduğu “merkezi güç” hedefine ulaşamayacağının bilincinde bir dış politika izlenmekteydi. 


Komşu ülkelerin yönetimlerinin de Türkiye’nin bu işbirliği eksenli politikasına olumlu karşılık vermesi üzerine, zaman içerisinde Türkiye komşularıyla çok iyi ilişkilere sahip bir ülkeye dönüşmüştü. Suriye ve Irak ile yüksek düzeyli stratejik işbirliği konseyleri çerçevesinde ortak kabine toplantıları yapılırken, ABD’den gelen bütün baskılara rağmen doğalgaz alanındaki işbirliğini yoğunlaştırdığımız İran’la dış ticaretimiz kısa süre içerisinde 11-12 kat artış göstermişti. Türkiye “barış istediğini” sadece söylem düzeyinde bırakmıyor, “barışa hazır” olduğunu gösteriyor ve attığı adımlarla barışı kuruyordu. Üstelik sadece kendisinin komşularıyla barışçı ilişkiler kurmasının Ortadoğu-Kafkasya-Balkanlar bölgesini bir barış havzasına dönüştürmek için yeterli olmayacağı bilinciyle, doğrudan kendisinin taraf olmadığı çok sayıda bölgesel çatışmanın çözümü konusunda arabulucu/kolaylaştırıcı rolü oynuyordu. 


Devamını okuyun...




Son Yazılar

bottom of page