Fransa’nın Doğu Akdeniz politikasını anlamak
- Kemal İnat
- 18 Ağu 2020
- 2 dakikada okunur
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron döneminde Fransa’nın Doğu Akdeniz’e ilgisi arttı. Başta Libya olmak üzere, Suriye, Lübnan ve Kıbrıs gibi bölge sorunlarıyla yakından ilgilenen Paris’in bu çerçevede kendisine Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Mısır gibi bölgesel aktörlerin yanında Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Suudi Arabistan gibi bölge dışı müttefikler de edindiği, darbeci General Halife Hafter ve YPG/PKK gibi illegal aktörlerle işbirliğinden çekinmediği ve zor durumda kaldıkça Avrupa Birliği’ni (AB) de oyuna dahil etmeye çalıştığı görülüyor. Fransa’nın bu politikası Libya, Suriye, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları meselelerinde Paris ve Ankara’yı karşı karşıya getiriyor. Bu yüzden Fransa’nın Doğu Akdeniz politikasının hangi hedeflere sahip olduğunun ve hangi araçlarla yürütüldüğünün anlaşılması, Türkiye’nin gerek bu bölgeye gerekse AB’ye yönelik politikasının rasyonel bir şekilde yürütülmesi açısından oldukça önemli.
Anadolu Ajansı Podcast · Fransa’nın Doğu Akdeniz politikasını anlamak
2022 seçimleri öncesinde bir başarı hikayesine ihtiyaç duyan Macron’un dış politikadaki hareket alanını genişletme politikası çerçevesinde Doğu Akdeniz’e büyük önem verdiğini söyleyebiliriz.
Fransa’nın Doğu Akdeniz politikasını anlamak için ise öncelikle bu ülkenin AB içindeki konumuna ve Cumhurbaşkanı Macron’un politik ajandasına göz atmak faydalı olacaktır. Zira Paris’in Doğu Akdeniz’e yönelik müdahaleci ve agresif politikası Fransa’nın AB içindeki siyasi liderlik iddiası ve Macron’un siyaset tarzıyla yakından ilgili. 2017 yılında Cumhurbaşkanı seçilen Macron’un ABD ve Avrupa’daki aşırı sağ dalganın güçlendiği ve bu atmosferde Fransa’nın Avrupa’daki yönüne dair endişelerin yoğunlaştığı bir dönemde bu göreve geldiğini hatırlayalım. Aşırı sağcı Marine Le Pen’in Fransa’da cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmasının AB için doğuracağı sonuçlardan endişe eden uluslararası ve ulusal çevreler büyük bir seferberlikle inşa edilen yeni politik figür olan Macron’a seçimi kazandırmışlardı. Fransa’daki yerleşik merkez partiler bu seçimlerde yok olmanın eşiğine gelmişler ama aşırı sağcıların iktidarı elbirliğiyle engellenmişti. Fakat beş yıl sonra yeniden yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağcılar karşısında aynı sıkıntının yaşanmaması için Macron’a büyük bir sorumluluk düşüyordu. Fransa’yı Almanya’nın gölgesinden çıkarması gerekiyordu ama bunu AB’de kalarak başarmak zorundaydı. Zira pusuda bekleyen Le Pen’in yerleşik merkezi Fransız siyasetine en büyük eleştirisi, Fransa’nın Almanya’nın nüfuzu altına girdiği yönündeydi. Aldığı oyların yüksekliği bu eleştirinin Fransız toplumunda karşılık gördüğünü gösteriyordu. Le Pen’in cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki “Fransa’yı bir kadın yönetecek. Bu kadın ya ben olacağım ya da Merkel” şeklindeki sözleri Fransa’nın Almanya karşısındaki sorunlu pozisyonuna işaret ediyordu.
Devamını okuyun...

%20kopya.jpg)
